27 Haziran 2011 Pazartesi

"Filiz"-Melis Tükel Sünbül

— Kim dediniz? Kendisi burada değil. Bilmiyorum ne zaman gelir. Evet. Kim diyeyim? Alo.. alo, duyuyor musunuz?

Artık yaptığı işten tiksinmemek için kendine türlü sebepler arayan Filiz  için, aslında hiçbir gerçekliğe bir türlü bağlanamayan sebeplerin tümü, işte o gün çöpe atılmıştı.
Ofiste yalnızdı. Aylardır sadece telefonlara bakıyordu. Telefonlara bakıyor, kimin aradığını soruyor ve not alıyordu. Patronunun randevularını düzenliyor, gerektiğinde kendisini değişikliklerden haberdar ediyordu. Yaptığı iş bundan fazlası değildi. Canı sıkılıyordu. Zaman zaman umursamaktan vazgeçtiği hayatı, olmadık zamanlarda içine oturuyordu. Yapmadıkları ve yapamadıkları canına kast ediyordu. Neden orada durmak zorunda olduğunu kendine sormaktan yorulmuştu. Kalkıp gitmeye korkuyor ama bunu bir o kadar da istiyordu. Fakat malesef içindeki bu istek, onu cesur bir ruh yapmaya yetmiyordu aniden.

Gri eteğini çekiştirerek ayağa kalktı. Bir kez daha nefret etti üzerindekilerden. Neden bu kadar sıradan işlerle uğraştığı bir yere bir iş kadını edası ile geliyordu? Şu topuklu ayakkabılara ve ciddi görünüme ne gerek vardı? Bir banka memuresi gibi davranmasına ya da. Ne gerek vardı tüm bunlara?

Ofiste henüz kimse yoktu.  Masasının önüne geçti. Karşısında duran boy aynasından kendine baktı uzun uzun. Hafifçe parmak uçlarında yükselip, kalçasını masanın üzerine bıraktı.

***

Kendine geldiğinde iki bacağı birbirinden ayrık vaziyette fakat hala aynı masanın üzerinde duruyordu. Uzanıyordu hatta. Durumunu aynadaki yansımasından gördüğünde anladı. Eteği ile aynı renk olan ceketinin içindeki beyaz, dik yakalı ve oldukça ciddi görünümlü gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı. Sanki eski çağlardan kalma gibi bir görünümü olan dantelli iç çamaşırları rahatlıkla görülüyordu. Aynada kendini izlemekten vazgeçti aniden, çünkü telaşlandı, ofiste halen yalnız olup olmadığını merak etti.

Evet, yalnızdı. Hemen yakasını toparladı, yine eteğini çekiştirerek koridor boyunca yürüdü ve sağında kalan iki küçük odayı geçti. Soluna döndüğünde nihayet banyoya erişmişti.
Burası evden bozma bir ofisti. O yüzden işe yaramayan iki odası da dahil, toplam üç oda, bir salon, mutfak ve banyodan oluşuyordu. Banyoda, makyajsız yüzüne su serpti. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sıkı sıkı gerdirdiği saçlarını gevşetti ve onlara da sudan tattırdı.
Yakasını, sabah olduğu gibi ciddi bir görünüm sergilemesi açısından sıkı sıkıya ilikledi.
O kadar şaşkındı ki tuhaf bir sakinlik vardı üzerinde. Kapı sesini duydu. Kanarya. Eteğini düzelttikten sonra banyodan çıktı ve kapıya yöneldi. Otomatiğe basıp kapıyı açtı ve dairenin kapısında, gelen kişiyi karşılamak üzere beklemeye koyuldu. Gelen, patrondu. Her şeyin patronu olan kişi. Ne işler çevirdiği belli olmayan, bu kadar paraya nasıl sahip olduğu bir sır olan patron.

— Hoşgeldiniz.
— Telefon var mı?
— Sadece bir bey aradı, adını söylemeden kapattı efendim.
— Sormadın mı adını?
— Fırsat vermeden kapattı.

Adam cevap verme gereği duymadan paltosunu hemen girişteki portmantoya astı.
— Beş dakika sonra odamda olunuz Filiz.

Filiz...
Güzel bacakları vardı aslında onun. Tercihini her zaman diz altına kadar uzanan eteklerden kullanmasaydı belki şimdi başka bir işte çalışıyor olabilirdi. Belki birilerini bir iki kez memnun edebilseydi şu yaşına kadar, onlar da onun için aynı şeyi yapacaklardı. Bunları düşünmekten yorulmuştu artık. Annesi ona her zaman biraz daha kıvrak ve biraz daha kadınlığına yakışır davranmasını öğütlemişti. Yirmi yedisinden daha geçtiğimiz ay çıkan Filiz, yirmi sekizi içinde fark etmese de hızlı adımlar ile ilerlerken halen kimsenin olmamış, arzularına her yenik düşüşünde kendine dönmüş, her işini kendi halletmeye çalışmış ve buna alışmıştı.

Beş dakika sonra patronunun kapısındaydı. Kapıyı çaldı, “Gel” emrini duyduğunda içeri girdi. Filiz içeri girer girmez patron konuşmaya başladı:
— Filiz, sizi bugün bir arkadaşıma yönlendireceğim. Bir dosya var, onu teslim edeceksiniz. Beyefendiye karşı kibar olmanızı rica ederim sizden. Yarım saat içinde sizi otele bırakmak üzere bir araba gelecek.
Otel kelimesi ancak odadan çıktıktan sonra aklına düştü Filiz' in. Herhalde ilk defa bir kelimeden bu kadar korktu. Yarım saat içinde araba geldi, Filiz' i şehrin göbeğinde orta kalite bir otelin kapısına bıraktı. Yol boyunca tek kelime etmeyen sürücü, otelin önüne geldiklerinde Filiz’e gitmesi gereken oda numarasını buyurdu.

Arabadan indi. Küçük adımlarla döner kapıdan geçti ve resepsiyona geldi. Oda numarasını resepsiyon masasının ardında duran genç adama söylediğinde, adam kendisini tepeden aşağı süzdü; gözlerini ondan ayırmadan hemen yanıbaşında duran eski moda telefonu kaldırıp, tuşlara bastı ve hattın öbür ucuna seslendi:
— İyi günler efendim, resepsiyondan rahatsız ediyorum. Misafiriniz geldi... Peki, nasıl emrederseniz efendim.

Gitmesi gereken odanın hangi katta olduğunu söyledi resepsiyondaki genç adam. Resepsiyonun hemen yanında bulunan asansöre yönlendirdi Filiz’i ve O da çağırdığı asansör gelince gitmesi söylenen kat numarasına bastı.
Yerler, kırmızı üzerine sarı işlemeleri olan bir halı ile kaplıydı. Ne kadar ufak da olsa ayakkabısının topukları, onlardan ses çıkmasını engelliyordu bu halı. Oda 405. Kapıyı çaldı ve içeriden buyur eden bir ses geldi.
— Girin!

Adam üzerinde sadece pantalonuyla yatağın hemen ucundaki tuvalet masasının başında dikiliyordu. Filiz’e neredese sadece göz ucuyla bir saniye kadar baktıktan sonra hemen konuşmaya başlamıştı.
— Hoşgeldiniz. Filiz’di değil mi? Hamit Bey, Filiz demişti sanırım.

Adam her iki hecede bir burnunu aynı şiddetle ile çekiyor ve işaret parmağını burnunun altına şiddetli sürtüyordu. Kapı eşiğinde dikilen Filiz’i içeri davet etmek adına yatağı göstererek;
— Oturun lütfen. dedi.
Filiz oturdu. Tuhaf bir korku kaplamıştı içini. Fakat adam güzeldi. Korkuyordu ama adam gerçekten güzeldi. Üzerinden çıkardığı beyaz gömleği düzgün bir şekilde odanın köşesinde duran sandalyeye asmıştı. Üzerinde lacivert bir yazlık pantolon, bej bir kemer ve aynı renkteki ayakkabıları ile, karşısında dikilmiş Filiz' e bakıyordu. Ve gerçekten de muhteşem kokuyordu.
— Ben... Dosyayı getirdim... 
— Evet, dosya! Bir bakalım!

Filiz’in uzattığı dosyayı elinden hızlıca aldı. Biraz evirip çevirdi onu elinde, sayfalarını karıştırdı. Her bir şeffaf dosyaya yerleştirilmiş iki daktilo yazısı ile doldurulmuş kağıdın arasından birer küçük poşet çıkardı ve yüzünde bir gülümseme belirdi. Filiz, iki kolunu da yatağa dayayıp, sırtını gerdirdi. Bacak bacak üstüne attı, sağ elinin parmakları ile kafasını ovuşturdu, tokasını çıkardı, saçlarını dağıttı ve yüzüne tam da annesinin ona öğütlediği tarzda bir gülümseme yayıldı.

***

Filiz geniş odanın ortasındaki devasa yatakta uyandı. İki parçadan oluşan koyu renk perdeler her iki yana çekilerek aralanmışlardı. Belli ki biri bunu özellikle yapmıştı. eğer yapmasaydı bunu, Filiz halen derin uykusunda olacaktı. Herhalde ertesi sabah olmuştu. Planlandığı şekilde uyandı. Etrafına bakındı. Solunda, pencerenin yanındaki koltuğun üzerinde tarihi eser sayılabilecek kadar eski moda olan kırık beyaz renkli ve dantelli iç çamaşırlarını gördü. Yorganı aralamadan uzandı onlara ve bir çırpıda yatak ile koltuk arasında, yerde durduğunu o an fark ettiği çantasına sokuverdi.

Banyodan su sesi geliyordu. Yatakta doğruldu, gözlerini uzun uzun ovuşturduktan sonra yataktan kalktı. Çıplak oluşuna aldırmadan banyoya yöneldi. Aralık duran kapının ardındakine içeri girip giremeyeceğini sorma gereği duymadı. Duş kabini açıktı. Adam duymadı bile Filiz’in banyoya girdiğini. Hızlı bir hamle ile adamın yanında yerini aldı Filiz. O anda adam o kadar büyük bir korku duydu ki yanında tuhaf bir varlık misali  beliren bu kadından, kadınsı bir çığlık ile yankılandı oda. Filiz suyun altına attı kendini, heyecanlı bir şekilde nefes alıp veren adama aldırmadı. Vücudunu köpürtmekle meşguldü o sırada.
Adam önce duş kabininden sonra banyodan çıktı.
Filiz' in uzun banyo seansı bittiğinde ve odaya dönüğünde, adam bu sefer üzerinde sadece pantolonuyla yatağın hemen ucundaki makyaj aynasının başına dikilmiş, burnunun içini görmeye çalışıyor, kızarıklık gitsin diye bir krem sürüyordu.

Banyonun kapısından gördüklerine mana vermeye çalışan, çok korkunç bir görüntü izliyormuş ve sanki bunu daha evvel de görmüş gibi gözlerini kocaman açan Filiz' i ancak işi bittiğinde fark etti.
— Ne zamandır oradasınız? Aniden etrafımda belirmenizden aşırı rahatsızlık duyuyorum. Lütfen bunu yapmayın.

Kocaman olmuş gözleri üzerini giyinmek için hareket etmeye başlaması ile ufaldı adamın. Üzerine yarım yamalak sardığı havluyu ıslak kafasına doladı Filiz de. Açık olan perdelere ya da bulundukları alçak kata aldırmadan pencerenin önüne geçti.
— Bir sigara istiyorum.
— Önce bir üzerinizi giyseniz?
— Bir sigara istiyorum dedim!

Adamın komidinin üzerinden alıp yatağa fırlattığı pakete uzandı Filiz, içinden bir sigara ve çakmağı çıkardı. Kendini yatağa sırt üstü attı ve bacaklarını araladı. Dakikalarca şu dünyada en zevk aldığı işi yaptı ve bir yandan da sigarasını içti.

Bu sefer adamın gözleri daha da kocamandı. İnanamadı. Mana veremedi. Nerde ve kiminle olduğunu defalarca düşündü kafasının içinde ard arda. Bu kadın tam bir manyak, diye düşündü ama bir yandan da bir an bile alamadı gözlerini Filiz' den. Tuhaf sesler çıkardı Filiz, ufak ve tiz çığlıklar attı. En sonunda ise yeniden banyoya gitmesine neden olacak kadar terli bir şekilde yataktan kalktı. Yüzünde çok acayip bir gülümseme vardı. Rahatlamış ve istediğini sonuna kadar almış gibi bir ifade. Evet şimdi bugünü yaşayabilirim, diyordu sanki; en azından ikinci yarısına kadar...

Bulunduğu yere çakılı kalmış adamın yanından geçerken komidinin üzerindeki kül tablasına uğradı. Zaten dakikalar evvel sönmüş sigarasını bıraktı oraya. Sık nefesler alarak adamın kulağına yanaştı, neredeyse tüm bedenini ona yasladı ve fısıldadı:
— Gerçekten, az evvel gördüğünü bir kadına yaşatmak bu kadar zor mu?

***

Filiz yaklaşık onbeş dakikalık ikinci banyo seansından sonra odaya döndüğünde bu sefer kafasına sarılı bir ufak havlu ve vücudunda ise büyüğü vardı. Adam ortalıklarda yoktu. Ardına bakmadan kaçtığını düşündü onun. Çantasından başkalarının görmesinden utandığı iç çamaşırlarını çıkardı. Tam giyinecekken, yatağın üzerine savrulmuş paraları gördü. Çamaşırları hemen çöpe attı. Paraları saymayı bitirdiğinde o gün yapacaklarının listesini de çıkarmıştı çoktan. Tam 1500 Amerikan Doları... Her ne için kendisine verildiğini umursamadı. Üzerine sadece eteğini ve ceketini giydi. Gömleği aklına bile gelmedi. Ayakkabılarını zorlukla buldu, yatağın üzerindeki sigara paketini de yanına alarak odadan çıktı.

Lobiye geldiğinde resepsiyondaki adam ile göz göze geldiler. Hızlı adımlarla ilerleyen bu kadının dün geceki “misafir” olduğunu geç idrak eden adam, önünden çabucak geçen Filiz’in  peşinden koştu.
— Hanımefendi! Hanımefendi! Bir saniye!

Bu haykırış olmasaydı neredeyse adını bile unutmuştu Filiz. Ardına baktığında adamı elinde bir zarf ile kendisine doğru telaşla gelirken gördü.
- Bay Jackie bunu sizin için bıraktı.

Zarfı uzattı.
Tek kelime etmeden, adamın yüzüne bile bakmadan zarfı alan Filiz, sanki durduğu süre içinde kaybettiği zamanı telafi etmek istercesine daha da hızlandırdı adımlarını. Neredeyse koşacaktı. Otelden çıktı, durdu, zarfı açtı. Rüzgarda saçları uçuşuyordu. Düzgün bir biçimde yazılmış o kısa notu zarfın içinden çıkan, üzerinde otelin antetinin bulunduğu kağıttan sadece kendinin duyabileceği bir ses ile okudu:

"Bir kadını mutlu etmenin birden çok yolu olduğuna inanıyorum. Kendinize ilk olarak yeni iç çamaşırları alın lütfen..."


Belli ki, utanıp sıkılmasını istemişti bu notun sahibi. Filiz gülümsedi çünkü adama hak verdi.
Günlerden pazardı. İşe gitmesi gerekmiyordu. Herhangi bir şey için ihtiyacı olur ise patron zaten sabahın en kör saatinde arar, hemen gelmesini buyur ederdi. Aramamıştı. Kendinden emin ve oteldeki adımlarına kıyasla çok daha yavaş yol aldı cadde boyunca. Bir sigara yaktı ve sigara tutan eli ile bir taksi durdurdu…




Melis Tükel'in Kişisel Blogu İçin Tıkla

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder